Bizim Noel âdetlerine gelince:
“Advent”: Latince
kelimedir; anlamı “geliş”. Kelimeyle hem İsa Mesih’in dünyaya gelişinin arifesi
Noelden önceki dört pazar günü hem 1. Advent pazarı ile Noel bayramı arasındaki
dönem kastediliyor. Dinine bağlı Hıristiyanlar için, tövbe edip günahından
arındırma dönemidir. Dolayısıyla bizde 24 Aralık gününe kadar ne şeker veya
tatlılar, ne Noel ağacı ne de hediye v.s. vardı.
“Adventskranz”: Çam
dallarından yapılan, üstüne dört tane mumun takıldığı süslü çelenktir. Bizde
birinci Advent pazarından itibaren mumlardan biri, ikinci Advent pazarından
iki, üçüncü Advent pazarından üç ve dördüncü pazarından itibaren her dört mumu
yakılırdı.
“Weihnachtskrippe”:
İncil kitabında Luka havarinin anlattığı, İsa’nın ahırda doğması hikayesini
canlandıran bir boyanmış figürler takımıdır. Noel ağacının önünde
yerleştirilir; figürler Yusuf ve Meryem, yemlik içinde çocuk İsa, çobanlar, melekler, bir de “Üç
Kutsal Kral” adı verilen müneccimler. Birçok Weihnachtskrippe takımları
ahşaptan, bizimki ise keramiktendi. Noel gününden önce koyulurdu hatırladığım
kadarıyla.
“Adventskalender”:
1 Aralık gününden 24 Aralık gününe kadar her gün sürpriz olsun diye yeni bir
parçası açılan bir takvimdir. Günümüzde çoğu 24 tane çikolatalı figürle doludur
ama, annem Hıristiyan dinine çok bağlı olduğu için, bizim takvimde İncil
kitabına uygun olarak İsa’nın doğum öncesini ve sonrasını anlatan birer birer 24
tane küçücük resim vardı. Her resmin kapağı takvimin tümünü kaplayan büyük bir
resmin unsuruydu. En büyük kapıyla açılan 24 Aralık parçası, takvimin
ortadaydı, İsa’nın ahırda doğuşunu gösterdi.
“Weihnachtsmusik”:
Advent haftaları boyunca ve özellikle “Advent” hafta sonlarında ailecek müzik yapardık. Genelde Advent ve sonra Noel
günleriyle ilgili koraller, bir de Almanlarda tanınmış Noel şarkı ve ilahilerini söylerdik. Çocukluğumda anneannem,
1950‘li yılların sonunda ise ben piyano ile eşlik ederdi; bazen de çok sesli
koro olarak “a capella”, yani eşlik olmadan, veya enstrüman eşliğiyle
söylerdik. İlahilerde de bir ayrım yapardık: İsa’nın doğdunu anlatan ilahileri
değil sadece gelişini bekleme sevincini dile getiren ilahileri söylerdik.
“Weihnachtsbäckerei”:
Aralık ayı başında annem bizimle bol bol fındık
rengi Noel bisküvileri pişirirdi. Bisküviler hilâl, tavşan,
yıldız, değirmen, ağaç ve bir dizi başka figürler olarak şekillendirilmiş.
Fakat bugünkü “Spekulatius” gibi değildi; yüzeyleri düz, yani kabartmasızdı.
Enfes kokuları bütün evimizde günlerce dolaşıp dururdu. Fakat “Al ye” diye bir
şey yok. Bisküviler büyük kutuya konulur saklanırdı. Sırf kırıntıları
atıştırabildik. Annem ayrıca
bazen “Lebkuchenkekse” dediğimiz, bal ve baharatla yapılan,
üzerlerine renkli bir şeker kaplama sürülen bisküviler de yapardı.
“Transparente”:
Günümüzde “Windlicht” dedikleri şeyler de vardı. Masalara paravan gibi dik
konulan siyah kartonların arkasında mum yanardı; bu kartonlardan Noel’le ilgili
figür veya sahneler kesilip çıkarılmış, boşlukları da arkadan renkli şeffaf
kâğıtlarla kapanmış. Çok evde yapılmış el işiydi. Yani şu “Scherenschnitt”
denilen ustalıklı kağıt kesme eserlerinden daha kabaydı tabii ki. Bazıları da
pençelere asılırdı.
“Nikolaustag”: Noel
Baba gününde, üç ayrı âdet bir
araya gelir. Bir yandan 4.
yüzyılda Anadolu’da
yaşayan Myra (günümüzün Demre) kasabası piskoposu Aziz Nicholaos’u
anma günüdür. Protestan kilisesi onun yerine aynı “Christkind”, yani İsa
çocuğun melek gibi gelişini anma gününü yerleştirmeye çalıştı. Özellikle hem
Katolik hem Protestan yörelerinde aynı zamanda şımarık çocukları “Rute” denilen
bir dal demetiyle caydıran, uslu çocuklara hediye dolu çuvalından çikolata ve
şeker dağıtan “Knecht Ruprecht” figürü canlandırırdı. Bizim evimize ise “Knecht
Ruprecht” gelmezdi; bizler, Nikolaus gününün arifesinde odalarımızın önüne
birer ayakkabımızı koyardık da, sabahta uyandığımızda her ayakkabı çikolata ve
şeker doluydu. Yetişkinler de, “Knecht Ruprecht gecede bizim buradan geçerken
evimize bacasına tatlılar atmış; onlar da ayakkabılarınıza düşmüş” diye
söylerdi.
Ailemizde,
sanıyorum tüm kasabamızda bile, şu Noel Baba kıyafetindeki “Weihnachtsmann
” diye bir şey neredeyse yoktu.
Amerikanlar ona “Santa Claus” adını vermişlerdir. Bu da tuhaf bir dil karışımıdır: Türkçesi Aziz olan “Santa” kelimesi
İspanyolca, “Claus” da “Nikolaus”un bir kısaltması ve Almancadır. Bu isim
kasıtlı olarak kurulmamıştır; Felemenkçe “Sinterklaas” adının (Aziz Nikolaos)
bozulmasıdır aslında. Özellikle ABD’de kapitalizmin gelişmesiyle paralel
olarak, Noel Baba figürü reklam kampanyalarında kullanılmaya başlanmıştır.
Bunların en ünlü kampanyası, Coca Cola şirketinin 1930’lu yıllarda yürüttüğü
kampanyadır.
Sonra dört gözle beklemeye başlardık, hediye olarak ne alacağız
diye. Bir de “Heiligabend” bayramının hem mehabetli hem rahat ve keyif veren
havası bizi mutlu ederdi. O üç buçuk hafta sırasında özellikle annebabamız için hediye hazırlardık; yani resim çizer,
el işi yapar, renkli elyafla bardak altlığı vb. şeyler, kıl testereyle
ahşaptan yararlı veya süs olarak kullanılabilecek bir şey yapardık.
Annebabam bazı senelerde Noel günleri öncesinde yalnız yaşayan
insanlardan birini birkaç günlük bizde kalmaya davet ederlerdi. Örneğin iki üç
Noel mevsiminde Hamburg’ta tıp fakültesinde okuyan Kahire doğumlu bir öğrenciyi
davet etmişler. Aramızda ağabeyimiz gibi kaldı, yaptıklarımız ne varsa o da
katıldı.
“Weihnachtsmärchen”:
Geleneksel olarak Noelden önce veya sonra Hamburg Kent Tiyatrosu
“Schauspielhaus” Grimm Kardeşler’in ünlü masallarından birinin oyun olarak
temsiline giderdik. Onlardan özellikle “Der Froschkönig” (Kurbağa Prens)
temsilinin ürkütücü ilk sahnesi o kadar beni o kadar etkiledi ki haftalardır ya
rüyada gördüm ya da hiç uyuyamadım; hala hatıramdadır. Bir senede annem
benimle, bombalamalar sonucu adece harabeye dönüşmüş Devlet Operasının
(Hamburgische Staatsoper) yeniden inşaasından sonraki ilk Aralık ayında
(1955’te), Engelbert Humberdinck’in bestelediği ünlü “Hänsel und Gretel” adlı
masal operasının temsilini izledik. O da hiç unutamadığım bir olaydı. Ama
sahnede hangi oyun gösterilirse gösterilirsin son sahnesine her zaman ek olarak
Noel Baba gelip, temsile oyuncu olarak katılan çocuklara hediye verirdi, oyunu
izleyen çocuklar için de tatlı bir konuşma yapardı.
“Heiligabend”: Bu
“Kutsal Noel Arifesi”, bizde en önemli Noel günüydü. Sabahleyin oturma odası
kilitli kalırdı, akşam saatlerine kadar girmek yoktu. Annebabamın o sabahta
yaptığı en önemli şey, Noel ağacını koyup süslemek, Noel akşamı için her şey
süsleyip hazırlamaktı. Bu işlere çocuk olarak katılmak yasaktı, her şey sürpriz
olsun diye.
„Weihnachtsbaum /
Christbaum“: Noel ağacına çok kere “çam ağacı” denir
ama, aslında çam
değil, Ladin cinsindendir. Bizimkiler en az 2 m boyluydu. En önemli şey:
gövdesi kesinkes dimdik, dalları bol ve şekli düzgün koni, yani ikizkenar
üçgen gibi olacaktı. Babam, güzel
duran bir çamı bulamayınca çok üzülürdü. Oturma
odasına getirilirdi, tepeden en aşağısına kadar bol bol süslenirdi. Tepesine
parlak bir yıldız takılırdı. Dallarına,
• “Lametta ” dediğimiz, gümüş gibi parlayan ince
ince kalay şeritler;
• ayna gibi pırıldayan ya da mat yüzeyli renkli cam toplar,
• gerçek elmalar ve
• “Kringel ” dediğimiz renkli çikolata veya şeker
halkalar
asılırdı. Bir de
yaklaşık 20 tane şamdanla mum takılırdı. Şamdanlar da ilginçti: Onların en üst parçasıyla
mum tutturuldu, bu mumluğun direk altında bulunan çengeliyle bir ağaç dalına
asıldı, ve en alt kısmı kozalak gibi yapılan bir kurşun denk ağırlığı takılıydı;
mum düşmesin, dalda dik dursun diye. O zamanlar genelde gerçek mumlar
kullanılırdı; bizde de öyle. Yangından koruma önlemi olarak, ağacın arkasına su dolu bir kova koyulurdu.
Madem ki annem şu
sohbet izleyemediği için size bugün bir
günahımı itiraf
ederim: Ara sıra
ağaçtan gizli gizli çikolata halkalardan birini koparıp yerdim. Çünkü çok
sevdim. Annem fark etmesin diye ağacın arka tarafından başlardım. Annem
hakikaten fark etmedi mi, sadece görmezlikten geldi mi bilemiyorum.
Kilisemizde öğleden
sonra, birisi saat 15:30’ta birisi saat 17:00’de iki Noel
ibadeti yapılırdı. Onlardan birine ailecek
katılırdık. Birçok kere kilise koromuzun çok sesli Noel ilahileri söylemesine
de katkıda bulunduk. Her iki ibadette kilisemiz tıka basa doluydu; kasaba
halkının çoğunluğu tek o gün kiliseye gelip ibadete katılırdı. Bu ibadetler,
normal ibadet gibi değildi. Lambalar yakılmazdı, yüzlerce mum yakılırdı. Org
eşliğiyle birçok Noel ilahi ve şarkıları söylenirdi, İncil kitabından İsa’nın
doğumu hikayesi okunur, sonra aynı hikaye amatörlerle şiir
oyunu olarak
sahnelenirdi.
Eve geldiğimizde
ortalık karanlıktı. Bir tek lamba yanmazdı. Oturma odası kapalı. Biraz sonra
küçücük bir çan çalınırdı, oturma odasının kapısı açılırdı. Anneannem piyanoda çok popüler “Ihr
Kinderlein kommet” diye başlayan Noel şarkısını çalar, biz de annemle birlikte
söyleye söyleye oturma odasına girip Noel ağacına doğru yürüdük. Odada bütün
lambalar söndürülmüştü; sadece Noel ağacındaki mumlar yanardı. Yer yer
“Weihnachtsteller” dediğimiz, elma, mandalina, fındık, ceviz, kuru incir,
hurma, annemin iki üç hafta önce yaptığı bisküvi ve “Kringel” dediğimiz
çikolata ve şeker halkalarla dolu, çam dallarıyla süslenen desenli karton
tabaklar vardı. Ağacın yanındaki bir masada bizi güzel desenli kağıtlarla
sarılan hediyeler beklerdi. Ama şarkıyı bitirdikten sonra hemen el uzatıp açmak
yoktu (ne yazık ki)! Çünkü önce babam İncil kitabından bir daha İsa’nın doğumu
anlatan hikayeyi okurdu; sonra çocuklarımızdan biri ezberlediği bir iki Noel şiiri
okurdu. Bazı Noel bayramlarında kimse Noel hikayesini de (babamın kitaptan
okuması yerine) ezbere okumuş. Herkes de herkese “Fröhliche Weihnachten!”, yani
“Noel bayramın mutlu olsun!” diye söylerdi.
Ve nihayet
hediyelerimizi açma sırası gelmişti! Tabii ki anneme, babama, anneanneme,
ziyaretçi akrabalarımıza sarılıp teşekkür ederdik, sonra hemen herşeyi
araştırır, kitapsa okur, oyuncaksa onlarla oynardık.
Ondan sonra ilginç
bir akşam yemeği başlardı. Yemek masası tören gibi bembeyaz
örtüyle hazırlanmış; üstünde en değerli tabaka, çatal, bıçak, bardaklar konulurdu.
Fakat yemeğimiz çok basitti: hardalla “Bockwurst” türü sosis, mayonezli patates
salatası - bu kadar. Çocuklar elma suyu, yetişkinler (delikanlılar dahil) ise
beyaz şarap içerdi.
Yemekten sonra yine
oyun oynar, kitap okurduk. Bazen de babam bize bir romandan okurdu, bazen de
birlikte Noel’le ilgili müzik yapardık; genelde Barok döneminden Telemann,
Fasch, Pachelbel, Bach ve Handel’in, bir de Haydn, Mozart,
Beethoven’in
bestelediği parçalar çalardık, babam keman ile, bense piyanoda. Babam da ara
sıra Bach, Handel, Beethoven, Schubert ve Schumann’ın bestelediği piyano
eşlikli şarkılar söyledi.
Gece saat 11:00’de gece yarısı ibadetine giderdik. O ibadet, daha inançlı, dinimize
daha bağlı olan insanlar içindi.
“Graupensuppe”:
Birinci Noel bayram günü akşamında da ilginç bir yemek âdetimiz vardı.
Söylediklerine göre anneannemin doğduğu kır yöresinin bir âdetiydi. Soframız
Noel arifesinde olduğu gibi tören gibi hazırlanırdı. Alevilerin Aşure’sine benzeyen,
irmikten büyük olan buğday veya arpa kırıntıları ve üzümle pişirilmiş tatlı
çorba içerdik. Çorba ile beraber annemin bizzat yaptığı tatlı beyaz ekmek ve
üstünde pişirilmiş jambon yerdik, jambon üstüne de hardal sürerdik.
Âdetlerimizin son
uygulaması, 6 Ocak günü meydana gelirdi: Noel ağacı bahçeye getirir yakardık.
Bütün Noel süslemelerini de toplar, normal hayatımıza dönerdik.
6 Ocak günü, Hıristiyan geleneklerine göre İsa’nın
tanrı olduğunu ilk gösteren mucizeleri anımsatıyor. Biz o güne “Epiphanias”
derdik; başka yörelerde “Dreikönigstag”, yani “Üç Kutsal Kral Bayramı” derler.
Bir konuya daha
değinmek istiyorum: İncil kitabına göre İsa çocuk, “Bethlehem ” dediğimiz Filistin Beytüllahim kasabasında doğmuş.
Beytüllahim halkı İsrail hükümetinin saldırgan ve ırkçı acımasız işgal
politikasından onlarca yıldır acı çekiyor. Onlarla dayanışma göstermemiz, Alman
hükümeti İsrail’deki rejime verdiği desteği derhal kessin istememiz gerekir
diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder